Nesnelerin Mutluluğu


Yazı ve fotoğraf: Seray Yalçın



Birkaç ay önce, Ayvalık’ın o dar sokaklarında dolanırken gördüğüm bir manzarayı anımsadım bugünlerde ve o güne geri dönüp neler hissettiğimi düşünmeye başladım.
Gördüğüm manzara tam olarak şuydu; uzun beyaz bir duvar, duvara sırtını yaslamış yerde oturan kısa saçlı tombul bir kız, elinde de şu son model büyük telefonlardan. Kızın yanında ise sevgilisi olduğunu sonradan öğrendiğim sıska bir erkek, elinde ise bir kutu sprey boya. Erkek, ayakta kıza heyecanla bir şeyler anlatıyor. Kız ise telefonuyla uğraşıyor, üç beş saniyede bir ise kafa sallayarak dinliyormuş görüntüsü yaratıyor.
Bir ara tam yoluma devam edecekken çocuğun elindeki sprey boya ile duvara bir şeyler karaladığını görüp olduğum yerde kaldım, merak ediyordum çocuğun çizeceği ya da yazacağı şeyi. O sırada gözüm kıza odaklandı, gülümsüyordu erkek arkadaşına bakıp, ancak yüzünde meraklı bir ifade yoktu. Bir kaç saniye sonra gözümü kızdan ayırıp duvara baktığımda gördüm ki, çocuk duvara “seni çok seviyorum Ebru” yazmıştı, kırmızı sprey boyası ile kocaman harflerle. Kız yazıyı görünce yüzündeki gülümseme giderek çoğaldı, bir hamleyle yerinden kalkarak “ben de seni çoook” diye bağırdı ve aniden elindeki telefonu kılıfından çıkarıp duvarın fotoğrafını çekmeye başladı. Bununla da yetinmeyip, erkek arkadaşından kendisinin fotoğrafını çekmesini istedi ve duvarın önüne geçip, bir ayağını duvara yaslayarak birkaç poz çekindi. Sonra erkek arkadaşına duvarın önüne geçmesini söyledi ve erkek arkadaşını da birkaç fotoğraf çekti. Ve bir de, son zamanlarda çok moda olan ve artık cılkının çıktığını düşündüğüm ‘selfie’ çektikten sonra, birbirlerine bakıp gülmeye başladılar.
İşte o an nasıl bir dünyaya hapsolduğumuzun acı gerçeği ile yüzleştim. Sevginin büyüsünden yoksun, elektronikleşen ve yozlaşan bir dünya…
Anlık güzelliklerin keyfini çıkarmak, sevgilinin boynuna sarılmak ve ufak şeylerden mutlu olmak yerine telefona sarılıp duvardaki yazıyı fotoğraflamak, gerçekten çok tuhaf.
Günümüz dünyasında, gördüklerimizi, işittiklerimizi anında kaybolacakmış gibi telefonlara, fotoğraf makinelerine, tabletlere depoluyoruz. O anın keyfini teknolojik araçlar ile çıkarmaya çalışıyoruz, farkında olmadan ve aslında bundan büyük zevk alarak.
O kız da, o fotoğrafları çekerken ve yapay bir mutluluk belirtisi ile erkek arkadaşına gülümserken bunların farkında değildi elbette. Farkında olduğu tek şey, çektiği fotoğrafların sosyal medyada kendine bir yer edinecek olması ve sanal çevresinin, erkek arkadaşının 'onu ne kadar çok sevdiğini' görecek olmasıydı.
Maalesef, teknolojinin akıl almayacak gelişmelerle karşımıza geçtiği, sosyal medyanın artık yediden yetmişe herkesin kullandığı bir mecra haline geldiği, kültürel değerlerin yozlaştığı, anlık heyecanlardan ve sevginin büyüsünden mahrum bir dünyanın, eylemlerimizi ve düşüncelerimizi hızla değiştirdiği bir çağda yaşıyoruz.
Peki, nasıl bu duruma geldik ve nasıl kolayca alıştık bu yaşama?
Telefonlar, fotoğraf makineleri, tabletler, bilgisayarlar, kısaca bu çağın ürünü dediğimiz teknolojik araçlar, insanların özneliğini yok ederek onları sürekli talep eden bir nesne konumuna soktu.
Elindeki telefon ile erkek arkadaşına bakan ve yüzüne yapay bir gülümse konduran kızın, yüz ifadesi hiç gitmiyor gözümün önünden ve Adorno’nun Aydınlanmanın Diyalektiği'ndeki “Mutluluk, yapay bir mutluluktur. Nesnelere sahip olmanın mutluluğu, tüketmenin mutluluğu” sözü aklıma geliyor. Günümüzde insanlar nesnelere keskin bir biçimde mahkum oldular. Özneleşmek ve özne konumunu korumak yerine nesneleştiler. Durmadan çekici araçlar üreten dünya, bu araçları kitlelere arzulatmak ve kitleleri aldatmak için kullanıyor ve insanlar anı yaşamaktan çok 'anın araçları’ ile birlikte yaşıyor. Ne yazık ki, bireyin var olduğunu hissetmesi, günümüzde bu araçlarla mümkün. Kızın var olduğunu, erkek arkadaşının onu çok sevdiğini yazdığı duvarı fotoğraflayarak anlaması gibi…


Maalesef, bireyler artık gerçek bireyler değil, teknolojik araçlara bağımlı, yapay mutluluk saçan bireyler…

Yorumlar

Popüler Yayınlar