Kurgulanmışlıklar ve Hafızalardan Silinmeyen Derin Bir Acı: 6-7 Eylül
En başından beri türlü acıların, savaşların,
yoksullukların egemen olduğu bu karanlık ülke topraklarında yaşayan insanların
acıları hep göz ardı edildi. Yaşanmışlıkların üzerine başka başka acılar
eklenerek üzeri sonsuza dek örtülmek istendi. Yaşanmışlıklar biriktikçe bir
kimliğe indirgenemeyecek kadar değerli olan insanların içindeki o acı hatıralar
gitgide büyüdü ve bu acı hatıraların üzerini örtmek isteyenler olanları
unutturmak için var güçleriyle çalıştılar.
Yeni acılar, eski acılarla birleşti ve geçmişten
günümüze karanlık bir yol inşa etti.
Peki bu ülke topraklarında yaşayan insanlar
varoluşlarının bedelini yağmayla, talanla, dışlanmışlıklarla, acılarla ödemek
zorunda mıydı?
Değildi, hiç kimse acıların arasında bir başına
bırakılmayı hak etmezdi.
Hüseyin Şengül’ün Sisyhpos’un Kaderi adlı deneme
kitabında yazdığı bir cümle acıların unutturulması üzerine yazdıklarımın ufak
bir özetini yapıyor aslında. Şöyle diyor Şengül: “Sistemin tarih kurgusu
yaşanmışlıkların üzerini örtebilir ama yaşanmışlığı yok edemez. Gerçek orada
bir yerdedir ve keşfedilmeyi bekler her zaman. Ve yaşanmışlıklar keşfedildikçe
sistemin hazırladığı kılıflar yırtılır.”
Tarih dediğimiz şey ile ‘kurgulanmış tarih’ çok başka şeyler. Bugün için, 59 yıl öncesine gidecek olursak, 6-7 Eylül’de yaşanılan acılar, yağma ve talanlar gerçek tarihtir ve tanıklarıyla, yaşanmışlıklarıyla acı bir gerçek olarak tarihin bir köşesinde hiç silinmemek üzere durur.
Tarihin kurgusu ise, yıllar içinde değişerek, -zaten
başlangıcından itibaren gerçek olmayan, birilerinin ve daha çok “şanlı bir
tarihe sahip olan ülkenin” çıkarları ve “milliyetçilik” adına alelade
resmedilmiş bir tablo olarak- yok olmayı beklemektedir.
Kurgulanmışlıklar, 6-7 Eylül’ü bize yaşatanların
zihinlerindeki o pis oyunların birer yansımasını da gösteriyor aslında. 6-7
Eylül için gösterilen gerekçeler, Selanik’te Atatürk’ün evinin bombalanması ve
hükümete yakın basının yazdığı haberler, kamuoyunun zihnini de kurcalayarak
büyük bir yıkımın başlaması için gerekli olan gücü, ırkçı ve gerici gösteriler
ile perçinleyerek, büyük bir tahrip ve yağma hareketine dönüştürmeyi
başarmıştır.
Tarihin bu denli sarsıcı olaylarından sonra içim
sızlayarak söylüyorum ki;
Bugün 6 Eylül.
Hafızalardan silinmeyen acı bir günün resmi tarihi.Tertiplenen ve ört pas edilmeye çalışılan bu adi plan, hiçbir zaman silinmeyecek hafızalardan.
Türkiye tarihine baktığınızda acıların ne denli
büyük olduğunu görebilirsiniz.
Milliyetçilik adı altında, belli bir kesime yönelik
karalamalar, saldırılar, yağmalar olduğu tarihin tozlu sayfalarında mevcut.
6-7 Eylül’ü yaşatan zihniyet ile, 1896, 1909,
1915’de Ermenileri, 1924’te Mübadilleri, muhacirleri, Trakya’yı, 1937/38’de
Dersim’i, 1963’te İstanbullu Rumları hedef alan zihniyet, aynı ideoloji
eşliğinde ilerlemiştir. Bu hareketler arasında düşüncesel farklılıklar olsa da,
sonuç “hoşgörü görünümlü milliyetçilik” in bir eseri olduğu gerçeğini
değiştirmiyor.
Üstelik yakın tarihte yaşanan Maraş, Sivas
katliamlarını da biliyoruz ki, bunlarda islamcılık, milliyetçilik adı altında
belli kesime yönelik olan saldırılardı.
Bunları hatırlamakta fayda var, çünkü üzeri tozlanan
ve unutulan bir tarih olarak kalmamalı. O dönemde yaşayan insanların
yüreklerinden söküp atamadığı bu acılar, o dönemleri yaşamamış insanlarında
içlerinde bir sızı hissettiriyorsa eğer, o zaman anlam kazanır.
Turgut Uyar bir dizesinde, “Herkesin unuttuğunu biz
hatırlamazsak” diyordu, herkesin unuttuğunu biz hatırlamazsak eğer, ne anlamı
kalır yaşanılan onca acının?
6-7 Eylül’de yağmalanan ve 8 gün kapalı kaldıktan
sonra 15 Eylül’de bir yazı yayımlayan Rumların yayın organı, Embros Gazetesi
başyazısında şöyle diyor:
“Büyük bir çınarın, toprağı kökleri ile sarması
gibi, bu ülkede köklerimiz olduğunu devamlı söyleyeceğiz. Dallarımızı
budayabilirler ama yaşlı ağacımızın köklerine kimse ulaşamaz.”
Kökü çok eskilere uzayan bu ülke coğrafyasında,
yaşayan tüm insanlar kardeşçe, huzur ve barış içinde yaşamayı hak ediyor. Bu
ülkenin geçmişten beri huzura ihtiyacı var…
Dileğim şu ki, bu ülke bir daha böyle derin acılar
yaşamasın.
Çünkü, Edip Cansever’in Medüza’da dediği gibi “yer
kalmadı acıya ülkemizde” artık...
Yorumlar
Yorum Gönder