Belki de tüm meselemiz sevgidir...

Yazı ve fotoğraf: Seray Yalçın





Ayvalık’ın sokaklarında gezine durun, sizi o köklü tarihinin içine sokuşturur ve zamanda kısa bir yolculuğa çıkarır. Her sokak, her cadde, her bina alır götürür sizi farklı diyarlara. Ah, o insanları yok mu bir de?
İnsanlarını tanıyınca, sıcaklıklarına, hararetli konuşmalarının ardındaki sevecen yüze tanık olursunuz. Her biri ayrı bir dünya ve hepsi aynı dünyanın içinde debelenip duran insanlar…

Sorsanız hayatlarını, neler neler anlatırlar size, anlatacak çok şeyleri vardır çünkü. Onlar anlattıkça siz dinlemek istersiniz, bunu hissedince daha da çok anlatırlar, derken bir rakı sofrasının başında bulabilirsiniz kendinizi. Evlerini, sofralarını açarlar, sizi bir güzel ağırlarlar. Ege insanı netice de.

Ve içerler, hakkını vere vere. İçtikçe de neşelenirler, neşelenmeleri kısa sürelidir, etkisini hemencecik kaybeder ve eskileri anlatmaya başlarlar, sonra uzunca susarlar. Neden mi? Anılar gelir gözlerinin önüne de ondan. Acı anılar… Birkaç damla gözyaşı düşer gözlerinden, kızarırlar, bir yabancının yanında ağlamaktan utandıkları için belki de. Sonra hiçbir şey yokmuşcasına devam ederler anlatmaya. Yürekleri böyle güzeldir o insanların…


Geçenlerde, Ayvalık’ın o tarihi sokaklarında gezinirken kocaman ahşap bir evin önünde durdum. Çok hoşuma gitmişti ev. Tuhaf bir göz alıcılığı vardı. Cumbalı balkonlarında rengarenk çiçekleri ve evin önünde de ufak bir tabure vardı. O evin içinde yaşayanları merak ettim, yaşlı mıydılar acaba? –muhtemelen yaşlılar dedim kendi kendime, sevdiğim bir tabirle “eski toprak” –

Bu anlık düşünceler zihnimde dolanırken fotoğraf makinemi çıkarıp fotoğraflamaya başladım evi. Evin balkonlarını fotoğrafladığım sırada, açılan kapıdan ve yaşlı bir kadının bana doğru gelişinden bihaberdim. Teyzenin hafifçe omzuma dokunup, kızım demesi üzerine irkildim. Bir hışımla makinemi indirip, “efendim teyze” deyiverdim.

Uzun uzun baktı yüzüme, yaşlılıktan kırışmış alnı ve ağız çevresini tuhaf bir şekle sokup;

“Yabancısın herhalde buraya, çok mu sevdin evi bakıp duruyorsun” dedi.

Ben de kısaca yabancı olmadığımı, bu sokaklardan sürekli geçmeme rağmen bu eve neden dikkat etmediğimi düşünerek, anlatmaya başladım olan biteni. Biraz çekindiğim ancak, yüzündeki sevecen ifade ile kendimi kırk yıllık bir dostla konuşuyormuş gibi yakın hissettiğim teyze,

“dur bakalım, bekle azıcık” deyip, hızlı adımlarla evin tahta kapısını açtı ve kapıyı aralık bırakarak gözden kayboldu. Birkaç dakika teyzeyi bekledim kapının önünde, merakla. Tıkırtılar duyuyordum, merdiven tıkırtıları… Yukarıya çıkmıştı teyze herhalde diye düşünürken, aslında merdivenlerden aşağıya indiğini ve bana doğru geldiğini fark edemedim. Kapıyı daha da aralayıp elindeki tabureyi havaya kaldırıpta bana göstermesiyle, yüzümde ufak bir gülümseme oldu. Yanıma geldi ve tabureyi ayaklarımın dibine bıraktı. Şaşırdım, ama sevindim de. Hiç bir şey demeden, yavaşça tabureye yerleşiverdim. Teyze de kapının basamaklarının yanındaki tabureye yerleşti. Derken başladı konuşmaya,

“Havalar şu sıralar serin, birkaç gündür bu saatlerde çıkıyorum kapı önüne oturmaya, bazen bizim komşular geliyor, alt sokaktan hep birlikte oturuyoruz, bazen de tek başıma oturup insanları seyrediyorum” dedi.

Gülümsedim, ne diyeceğimi bilemeden. Olayın şaşkınlığını yaşıyordum sanırım. İlk kez gördüğüm bir insana karşı bu denli yoğun duygular hissedeceğimi düşünmüyordum.

Teyze cevap vermediğimi görünce,

“Bugün de sokak arkadaşım senmişsin, işin varsa tutmayayım seni, yetişeceksen bir yere git ama sen çok gezmişe benziyorsun yorulmuşsundur, otur dinlen kalkarsın ne olacak” dedi.

Ben de,

“Kilisenin oradaki sokakları gezdim, alt mahallelere inmek istiyorum ama yorulmuşum gerçekten, iyi geldi oturmak, sağ ol teyze” dedim.

Derken teyzeyle bir çok konuda konuşmaya başladık, eski Ayvalık’tan tutun da, teyzenin torunlarının vefasızlığına, gazetecilikten, balıkçılığa, mübadeleden, eski evlerin mimarisine kadar bir çok konuda konuştuk. Bu arada teyze girit göçmeniymiş. Mübadele ile buraya gelmiş ailesi, teyze o vakitleri tam anımsayamıyor ama anlatıyor bir şeyler. Zoraki göçün her iki taraf içinde yıpratıcı olduğunu söyledi. Ben de teyzeye katılarak, siyasi anlaşmazlıkların, ülke çıkarları ve ülkelerin milliyetçi tutumlarının koskoca iki halkı yerinden etmesi ile yaşanan sıkıntılardan duyduğum üzüntüyü dile getirdim ve mübadeleden muaf tutulup burada kalanların –azınlıkların- çektiği acılardan, çoğunluk tarafından ezilişinden ve geçmişte yaşanan bu olayların günümüz söylemlerini dahi etkilediğini, anlatmaya çalıştım teyzeye.


Ve çaktırmadan saatime baktığımda tam iki saattir, kapı önünde muhabbet ettiğimizi fark ettim. Bir an kendimi mahalleden birisi gibi hissettim, teyzenin alt sokaktan bir arkadaşıymışım gibi.

Muhabbet ettiğimiz dakikalar çok keyifliydi. Defalarca Ayvalık sokaklarını arşınlamaktan bile daha keyifli.

Bu sohbette, teyzeye dair, yaşama dair çok şey öğrendim.


Biz tüm bu konuşmayı yaparken teyzenin bir ara, eve girip bana kaynattığı erik suyundan ikram edişini de unutmuyorum hiç. Koca bir bardağa doldurduğu erik suyu, öyle güzeldi ki…


Artık teyzenin yanından ayrılmam gerektiğini düşünürken, kalkmak için izin istedim. Teyze; “Azcık dur, şimdi amcan da gelir onla da tanıştırayım seni, hem belki akşam yemeğe kalırsın bize, sen benim torunum gibisin, çok sevdim” deyişinden sonra,

“Bir on dakika daha oturabilirim, yemeğe kalamam” deyip, amcayı beklemeye koyuldum. Derken teyzenin konuşmasından birkaç dakika sonra, amca gözüktü. Saat 18’i geçiyordu. Elinde beyaz bir kova ile geldi. Bana tuhafça bakarken, yarım ağız merhaba diyerek teyzeye yöneldi.

“Al bakalım, sekiz balık getirdim bugün, dördünü Yoncalara ver, dördü de bize kalsın” dedi.

Sonra bana dönüp, “sen de kimsin” deyince, ne diyeceğimi bilemedim, o sırada teyze bir hışımla;

“Torunumuz gibi kızcağız, arkadaş oldu bugün bana muhabbet ettik” dedi.

Amca pek ilgilenmeden,

“İyi ben arka bahçeye geçeğim” deyip gitti.

Teyze birden dert yanmaya başladı bana,

“Böyle soğuktur, aksidir işte bizimki, bozuştu yine balıkçılarla herhalde, sinirli geldi ya. Sen bakma ona” dedi.


Amcayı da gördüğüme göre, artık gitmeliyim dedim kendi kendime. Teyzeye hoş sohbeti için teşekkür ederken, bana doğru yaklaşıp sarıldı yavaşça. O an böyle sevecen insanlara rast geldiğim için duyduğum sevinci dile getirdim ve teyze çok mutlu oldu. Ben, “hoşça kal teyzeciğim” deyip yavaşça ayrılırken sokaktan, teyzenin;

“Yine gel, ben hep evdeyim” sesi kulaklarımda yankılanıyordu.


Uzun, tuhaf ve mutlu dakikalar geçirdiğimi düşünürken, sokaktan çıkana kadar yüzümdeki gülümseme silinmedi.

Sokağı geride bırakmıştım ve sahil yoluna çıktığımda minibüs bekleyen insanların arasına karışınca, günün yorgunluğunun çöktüğünü hissettim hafiften. Bir an evvel eve ulaşma ve yaşadıklarımı yazma isteği duyuyordum.


Minibüste, camdan denizi seyrederken teyzenin söylediği bir cümle zihnimi kurcalıyordu:


“Çok acılar çekti bu insanlık, çok. Bu acıların sebepleri insanlardı, o insanlar, acı yaratmayı bildiler ama acıları dindirmenin yolunun ‘sevgi’ olduğunu bir türlü bilemediler.”



Belki de tüm meselemiz sevgidir...




Yorumlar

Popüler Yayınlar